Bir de ben yazayım dedim...
Yıllardır düzenli olarak kitap okurum ve yıllardır da yorum yazarım okuduğum kitaplarla ilgili. Ama kitap okumak da yorum yazmak da hiç bu kadar zor olmamıştı. Olmamıştı zira bu kadar kötü redakteli kitaplar basılmamıştı, bir kitabı beğenmediğinde ve bunu söylediğinde yazarı da onun fanı da çemkirmemişti hiç. Bir kitabı beğenmedin diye kimse seni kara listesine almamıştı…
Allah sonumuzu hayretsin diyorum son zamanlarda. Çünkü işimiz hakikaten Allah’a kaldı. Son dönemde her yorumumda yazdığım bir cümle var, resmen yorumlarımın demirbaşı oldu, ‘Kitabın redaksiyonu kötüydü,’. Çünkü gerçekten kötüler. Ek olan “de ve ki” ayrı, bağlaç olan “de ve ki” birleşik yazılır olmuş. Yıllardır bildiğim “bir an” olmuş sana “biran”. Eksik harflerden, fazla kelimelerden, unutulan sözcüklerden hiç konuşmayacağım, içinden çıkamam zira. Kitabın bir kısmından sonra değişen ada da soyada da girmeyeceğim hiç. Sonrasında da yazarının verdiği kuzenlerin isimlerini karıştırmışsınız siz deyip de aptal yerine koymaya çalıştığından bahsetmeyeceğim hiç. Bir sayfada ölen adamın ertesi sayfada hortlayıp geri geldiğini yazmayacağım bile ha unutmadan bir historical roman bu, fantastik falan değil hani açıklık getirmek isterim buna.
Kitabı okur ve beğenirsen eğer senden iyi okur yoktur ama eğer beğenmezsen işin iş. Bak orada yazar devreye girmezse fanlarından biri mutlaka laf atar, işin kuralı bu anlaşılan. Olur da bir kitabın konusunu, diyalogunu bir başkasına benzetirsen es kaza bittiğinin resmidir, dava açacağım sana diye tehdit edilirsin. Ama kimse sormaz ona, yaran yoksa neden gocundun diye! Bu işin raconu buymuş, öğrenin!
Yayıncıya mesaj atarsın, mail atarsın ama dönüş alamazsın. Oysa soracağın bir kitabın ne zaman çıkacağıdır ya da yarışma yapmak istemişsindir. İçeriden tanıdığın biri yoksa bunu unut, mümkünatı yok. Ama eğer kitabıyla ilgili olumlu bir yorum yazdıysan eğer her platformda hatta bazı durumlarda senden izin bile almadan paylaşırlar. Ama dediğim gibi içeriden birilerini tanıyorsan valizleri boşalt, lazım olur ileride!
Oturursun onca emek verirsin ve birbirinden güzel görseller hazırlarsın. Sonra birisi çıkar ve onu çalar. Evet evet, bildiğiniz gidip çalar. Üstündeki ismini, cismini, logonu yok eder sonra da kendi yapmış gibi her yerde paylaşır. Bir sinirle yazarına yayıncısına söylersin ama bir şey yapamazlar. Neden mi? Reklamın iyisi kötüsü olmaz da ondan!
Kitabın kapağına bakarsın, konusuna bakarsın hoşuna gider ve alayım dersin. Ama o da ne, fiyat etiketi 30 tl ya da civarı. İçerisinde tonla hata varken kitabın etiket üzerinde hata yapmazlar, mümkün değil! Ama kimse de demez ki bu ülkede asgari ücret 900 tl civarındayken biz de bir kitabı bu fiyatı satarsak millet nasıl alacak? Demezler çünkü biz okurlar dişimizden tırnağımızdan artırır yine alırız, çünkü biz kitapsız yapamayız. Ama verdiğimiz paranın karşılığı bu kitaplar olamaz. Bir kitapta otuz sayfada on sekiz yazım hatası çıkıyorsa kimse bana biz bu parayı hak ediyoruz, bize helal demesin. Şahsen ben hakkımı onlara helal etmiyorum! Ha bir de çeviri masrafı diyenler var ki arkadaşım Türkçe’den Türkçe’ye mi çeviriyorsunuz yerli yazarların kitaplarını!
Okursun, yorumlarsın ama yine de yaranamazsın. Neden çünkü yeteri kadar övmemişsindir, aman bayıldım, öldüm, bittim demediysen üzgünüm ama sen iyi bir yorumcu değilsin ve üstün anında çizilir. Ha aralarında elbet vardır eleştiriye açık olup da kendini geliştirmeye çalışan ama say desem üçü beşi geçmez. Sonra çıkar derler ki sizin yorumunuzla kimse kitap almaya karar vermez ya da beğenmedin diye almaktan vazgeçmez. Be mübarek insan o zaman okuyup yorumlayın diye neden onlarca kitap gönderilir insanlara? İşlerine gelmedin mi eğer hemen “blogçu” diye etiketlenirsin, üstüne de sana edit, redaksiyon dersi vermeye kalkarlar bir de. Ama ben diyeyim de onlar da öğrensin, biz blogçu değiliz zira bir şey satmıyoruz. Biz bloggerız, bilenler bilmeyenlere desin artık.
Hiçbir yayıncıda sosyal medya sorumlusu küçücük çocuklar olmazdı eskiden, kimse verdiği sözden dönmezdi. Yarışma yaparken diğer yayıncılarla yarışıp da sonra göndermezlik etmezdi, biz bloggerlar da kendimiz yollamak zorunda kalmazdık. Kimse suçu kimseye atmazdı, hele hele hayalet çalışan hiç olmazdı.
Edebiyat edepten gelir diye öğrettiler bize okulda ama anlaşılan bazıları unutmuş bunu. Ya da hiç öğrenememiş… Kitap seçimi bireysel bir karar ve buna itirazım da yok. Ama daha lise çağındaki çocukların elinde geziyorsa, konsept adı altında abuk sabuk fotoğraflar çekiliyorsa ve dahası bunu bir marifet gibi yayıncısı, yazarı paylaşıyorsa buna itirazım var! Yazık günah, o tazecik beyinleri bunlarla doldurmayın!
Okumak da yorumlamak da hiç bu kadar zor olmamıştı… Daha neler göreceğiz, neler işiteceğiz kimbilir… Hep birlikte bakalım görelim… Allah sonumuzu hayretsin…
Bir kişiyi ya da bir grubu hedef almadım, sadece yaşadıklarımdan, bizzat gördüklerimden örnekler verdim. Biri de çıksın desin ki biz bunu yapmadık! Rahat olsun içiniz, üç beş kitap için ya da birilerine yaranabilmek için doğru bildiğimden şaşmam. Ben ne yazıyorsam onu düşünüyorumdur, ne yazıyorsam onu hissediyorumdur…
Bir de unutmadan, bu bahsettiğin ben miyim diye sormayın bana. Eğer bunu sorabiliyorsan, evet bu tam olarak sensindir...
Bir de unutmadan, bu bahsettiğin ben miyim diye sormayın bana. Eğer bunu sorabiliyorsan, evet bu tam olarak sensindir...